İdlib’i anlamak için biraz geriye gidip, Suriye devrimini yeniden okumak gerekiyor. Suriye devrimi bir halk hareketiydi; değişim isteyen halkın isyanı, araya küresel güçlerin girmesiyle, bir “anti-terör” operasyonuna dönüştü. Değişim isteyen mazlumlar, çatışan taraflar arasında sıkışıp kaldı. Suriye halkı yıkımdan kaçmak için komşu ülkelere sığındı. Ürdün ve Lübnan da Suriyelilerin sığındığı ülkelerdi fakat asıl tercihleri her zaman Türkiye oldu. DEAŞ'tan, PKK'dan, Esed rejiminden, Şii milislerden ve Rus bombardımanlardan kaçanlar hep Türkiye’ye geldi. Bunun anlamı şuydu: Suriye halkı Türkiye’ye güvendi ve bu güven, hiçbir ulusal çıkar nedeniyle veya başka bir nedenle asla hayal kırıklığına uğratılamaz; çünkü insanlık siyasetten üstündür. İdlib’i anlamak için, öncelikle Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın ifade ettiği bu gerçeği iyi anlamak lazım.
“Ülkelerin duyguları olmaz, çıkarları olur” derler. Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, uluslararası ilişkileri değerlendirirken, pek çok zaman duygusal olmadığının, çıkarlara göre hareket ettiğinin altını çizmiş, karşılıklı güvenin de çok önemli olduğunu söylemişti. Suriye’de olmalarının nedenlerinden birinin Suriye rejiminin Rusya’ya olan güvenini korumak olduğunu söyleyen Putin, verilen sözlerin tutulmasının önemine vurgu yapmıştı. Putin, Rusya’ya duyulan uluslararası güveni korumak için kan dökmeye, kanlı bir rejimi savunmaya hazır olduğunu eylemleriyle de ispatlıyor. Fakat burada “insanlık”tan değil sadece “güven”den söz edebiliriz.
ABD ise Suriye’deki eylemleriyle ne güvene ne de insanlık değerlerine önem verdiğini gösterdi. İran ise Irak ve Suriye’deki ulusal çıkarlarının her şeyden üstün olduğunu, diğer kriterlerin ancak ikincil olduğunu yaptığı ittifaklarla sergiliyor. Irak’ta ABD ile saf tutup, Suriye’de Rusya’nın piyadesi olan İran, kendi konumunu çıkarları doğrultusunda anlaşmaya uygun, esnek bir güç olarak belirlemiş. Arap dünyası da İran’dan farklı değil. Sonuç olarak, Rus Ortadoğu uzmanları bu bölgede satın alınamayacak bir şeyin olmadığını, fakat pazarlığın sıkı olabileceğini düşünüyor. İşte bu tespitler İdlib’in bugün düştüğü durumun anlaşılması için yardımcı olacaktır.
İdlib’i anlamak için bir ayrıntıya daha dikkat etmek gerekiyor ki o da hem Rusya’nın hem İran’ın Suriye’deki varlıklarının ve ittifaklarının ABD ve onun öncülük ettiği koalisyona karşı gelişmiş olduğudur. Her iki ülke de Suriye’yi ABD ve Batı’yla olan ilişkilerde elinde tuttuğu sağlam bir koz olarak kullanıyor. Suriye ittifakı Hazar denizi mutabakatıyla stratejik bir ittifaka dönüştü. Bu iki ülke ABD’yi de NATO’yu da tehlike olarak algılıyor. Türkiye ise ABD koalisyonun bir parçası ve NATO ülkesi olarak algılanıyor. Astana süreciyle zayıflamış olsa da Batı koalisyonu halen Rusya’nın ve İran’ın bölgedeki rakibi olmaya devam ediyor. Bu ittifakın içinde ABD yüzünden yaşanan sorunları, Rusya ve İran fırsat olarak algılıyor denilebilir; fakat bu iki oyuncunun gözden kaçırdığı değişken, Türkiye’nin artık “yeni Türkiye” olması.
Rus uzmanlar yeni Türkiye’yi anlamıyor
Anlaşılan Rusya ve İran İdlib’de Türkiye’nin kırmızı çizgisini zorlayarak dayanma gücünü sınamakta. Muhtemelen her iki devlet de Türkiye’nin kendilerinden bağımsız hareket edemeyeceğini varsayıyor. Bu iki devlet Türkiye’nin enerji ihtiyacının çoğunluğunu karşılıyor. ABD’nin Türkiye’ye karşı başlattığı ekonomik savaşı da fırsat bilen bu oyuncular, Türkiye’nin sırtına bir hançer dayamış halde bekliyorlar. İdlib harekatının başlamasıyla Türkiye hançerlenmiş olacak. Fakat iki ülkede (İdlib’i pazarlık alanı olarak algıladıkları için) bu hançerden haberdar değil gibi görünüyor. Özellikle Rus Ortadoğu uzmanların en büyük hatası Türkiye’yi diğer Ortadoğu ülkeleri gibi algılamaları. Ruslar Türkiye’nin “yeni Türkiye” olduğunu, verdiği sözü yerine getiren ve insanlık değerlerini siyasetin üstünde tutan bir ülke olduğunu anlamış olsalardı bugün İdlib hatasını yapmazlardı. Rusya’nın bir diğer şanssızlığı ise Ortadoğu uzmanlarının Sovyet ve post-Sovyet döneminde yetişmiş olmaları. Türkiye’yi iyi bilen ve değişimi algılayan uzmanlar, Rusya’da azınlıkta kalmış durumda ve sesleri yeterince çıkmıyor. İki ülke arasında düşünce kuruluşları düzeyinde son dönemde artan temaslar olsa da, bu temaslar resmi görüşmelerin ve aile fotoğrafların dışında pek fayda sağlamıyor. Sonuçta bu anlatma çabası, Başkan Erdoğan ile Putin’in ikili görüşmelerine kalıyor. Uygulamaya dış ilişkiler uzmanlarının, askerlerin ve istihbaratçıların da eli bulaşınca sahaya yansıyan sonuç da beklenenden farklı oluyor. Bu yüzden “İdlib’de ne oluyor” sorusunun cevabı son dakika gelişmelerinden değil, geçmişten bugüne yaşananları değerlendirerek okunmalı. Ateşe su taşımaktan ise önceden tedbir almak işin en doğrusu.
Rusya’nın ikilemi
Rus medyasına bakılırsa İdlib’de İran ve Esed rejimin baskısı altında kalan Putin çözümü ertelemeye çalışıyor. Fakat seçim yapmak zorunda kalırsa, ABD’ye karşı konjonktürel olarak ittifak yaptığı, sonra da stratejik ortaklığa terfi ettirdiği İran’ı seçmek zorunda kalacak. Kısa vadede bu seçim Rusya için hem ticari hem de siyasi olarak kazançlı değil. Çünkü Türkiye ile var olan ticaretinin hacmiyle İran’ınkinin hacmi çok farklı. Fakat jeopolitik açıdan ele alındığı zaman Putin “güven” tuzağının içine düşmüş görünüyor. Suriye’nin ardından İran’a da güven sözü veren Putin sonuna kadar gitmek zorunda kalacak. Rusya Suriye’de İdlib sonrası ABD ile yaşanacak pazarlıkta elinin güçlü olması için İran’ı kaybetmek istemiyor. Dahası, Suriye sonrası Ukrayna sahnesi açılacaksa, orada da yanında olacak, en azından karşısında olmayacak tarafı seçmeyi tercih ediyor.
NATO Rusya’yı kuşatırken Rusya yakın sınırlarını koruyacak ortakları tercih ediyor. Hazar denizi mutabakatında olduğu gibi, ABD’nin bölgeye girişini engelleyecek hamleleri yapan Rusya, Türkiye’yi halen bir NATO üyesi olarak algılıyor. Bu durumda ise Rusya-NATO hattı Türkiye’nin sınırlarından geçiyor. Türkiye ile ABD arasında yaşanan kriz ise Ruslara göre geçici. Sonuç olarak, kendi ulusal güvenliği tehdit eden ve hızla sınır hattı boyunca Rusya’yı çevreleyen NATO, Rusya için ticari ilişkilerden daha önemli bir tehdit. Suriye olayları başlarken farklı kamplarda olan Rusya ve Türkiye ne kadar yakınlaşmış olsalar da henüz müttefik değiller. Rusya Türkiye’yi bir ticari ortak olarak algıladığı için, İdlib üzerinde de ticari tarzda bir pazarlık yürütüyor. Fakat bu pazarlığın süresi ve şartları sadece Rusya’ya bağlı değil. İdlib’i almak için ortak olduğu İran ve rejim de Rusya’yı sıkıştırıyor. Sonuç olarak, bu pazarlık zor bir seçime kalırsa Rusların seçimi ortaklarının istekleri doğrultusunda olacak gibi görünüyor.
Türkiye’ye gelince, bir insanlık dramının söz konusu olacağı İdlib Türkiye’nin kırmızı çizgisi. Rusya nasıl “güven” sözünün arkasında duracaksa, Türkiye de “insanlık” duruşundan vazgeçemez. İdlib’de tıkanan ikili ilişkilerin çözümü yok değil; fakat basit bir çözümün var olmadığı da ortada.
[Grozni ve İstanbul'da yaşayan araştırmacı gazeteci Saslanbek İsaev, Rusya, Kafkasya ve Türkiye ilişkileri alanında uzmanlaşmıştır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.