- İki beden var gibi algılanıyor ve anlatılıyor. Tinsel ve tensel. Öldüğümüz zaman yani tensel bedel bittiğinde ölmüyorsunuz çünkü tinsel beden var ve o ölmüyor. Bu tensel beden çıkıyor ve Allah katına gidiyor. Yani böyle söyleniyor. Orada kıyamete kadar bekleyecek mi? hayır bu kadar da değil. Kabir azabı var deniyor. 3 metrelik yerde Allah bizi sıkıştıracak.
Şimdi şöyle bir resim çiziliyor. Adam Cennetlik diyelim; ölünce yattığı yerden sağa bakıyor. Güzel şeyler görüyor. Ya da Cehennemlikse sola bakıyor ve tırsıyor. Kabir azabı iddiasını güçlendirmek için ruh kavramını iyice besliyorlar.
Oysa İsra suresinin 85’inci ayetinde, “Sana ruh hakkında sorarlar. De ki ruh Rabbimin emrindendir. Onunla ilgili ilim size çok az verilmiştir.”
“Rabbimin emrindendir” ve “çok az bilgi verilmiştir”. Peki bu “az bilgi” nerede verilmiş olabilir. Elbette ki Kur’an’dan başka bir yerde verilemez. Peki, Kur’an’da ruhla ilgili başka tanımlama var mı? Başka tanımlama da yok. O halde Allah ya bilgi vermedi ya da verdiği bütün bilgi bu. Verdiği bilgide ne diyor? “Rabbimin emrindendir.”
Peki Rabbimin emri nedir? Mesela namaz kılmak, Rabbimin mutlak emri değildir. Bu tavsiye niteliğinde bir emirdir. Ama “Ol” kavramı yani “kün feyekün”deki “Ol” O'nun mutlak emrindendir ve O'nun emrinden olan da işte bu "Ol" kavramının aktivasyonudur.
Ruhla ilgili tek ayeti iyi okumalı o zaman. “Rabbimin emridir” değil, “Rabbimin emrindendir.” Ama bu ifade pek çok kişi tarafından “emrindedir” gibi algılanmış, ona göre de yorumlar yapılmıştır.
Allah, insanın yaratılışını anlattığı bölümlerde ya “ona kendi ruhumuzdan üfledik” diyor. Ya da “Ol dedik oldu” diyor. İkisini ayrı ayrı söylüyor. Ama aynı yaklaşımla söylüyor. İkisi aynı anda geçmiyor, ondan söz etmiyorum ama aynı yaklaşımla söylüyor. Onu anlatmaya çalışıyorum.
Yani düğmeye basıp lambayı yakmak gibi. “O zaman bu ruh nereye gidiyor” diyorlar. Geleneksel kalıbı maalesef yıkamıyorlar.
Şehitler bahsini kitabımda uzun uzun anlattım.
- Peki ruh konusundaki bu kadar detaylı bilgilerin kaynağı ne size göre?
- Bakın dinde İsrailiyat diye bir kavram var. Bunlar nasıl başlamış?
- Tevrat’ta geçen şeyler var. İncil’de geçen şeyler var. Daha iddialı bir şey söyleyeyim. Ruh bölümünü kaldırırsanız Tevrat ve İncil çöker. Bilindik manadaki ruh kavramını kaldırırsanız hadislerin de çok büyük bir kısmı etkisiz olacağını görürsünüz ki onlar zaten uydurma olanlardır. Bir Müslüman’ın ruhta ısrar etmesi bana çok saçma geliyor. Bilinen anlamdaki ruhtan sadece Kur’an’da bahsedilmez, onun dışındaki her yerde var ruh şu anki haliyle mevcuttur ki bu hali ya da bu geleneksel tanımlar Tevrat'tan ve İncil'den dinimize girmiştir.
- O halde ruh nedir? Sizden dinleyebilir miyiz?
- Demin düğmeye bastığında lambanın yanmasından bahsettim ya, işte ruh bu ışıktır. Başlama enerjisidir. Allah, “Topraktan yarattık, kendi ruhumuzdan üfledik” diyor. Toprakla biçimlendirmiş oluyor.
Canlılık kazandırmaya o ismi (ruhtan üfleme) vermiş. Demin verdiğim lamba örneğindeki gibi. Düğmeye bastığımızda ışık geliyor. Şimdi düşünelik kapattığımızda ışık nere gidiyor. Elbette bir yere gitmiyor. Sadece bağlantı kopuyor.
Yani öldüğümüz zaman ciddi ciddi ölüyoruz. Bunu insanlar niye kabul etmiyor?
- Ruh canlılığını ayakta tutan şey midir?
- Tam anlamıyla yaşama enerjisi. Bazen rüya bağlantılı saçma sapan sorular soruyorlar. “Peki o zaman rüyada oralara giden kişi kim?” diyorlar. Var sayalım ki Ahmet rüyasında bir yere gitti. Orada da seni gördü. Karşılaşanlar ruh ise, Ahmet seni gödüğü halde sen Ahmet’i gördüğünü niçin hatırlamıyorsun?
Kıscası, bize anlatılan ruh, Kur’an’a aykırı bir ruh.
- Siz kitabınızda Cennet için de farklı bir tanımlama yapıyorsunuz. Bildiğimiz algılardan çok farklı.
- Mesela Kur’anda Cennetin katlarından bahsedilir. Mevki ve makamlardan bahsedilir. Hatta dört çeşit Cennet’ten söz edilir ve her birinin yedişer katından söz edilir.
Ölen kişilerin ya cennete, ya cehenneme gittiği söylenir. Kur’an mesela Cennetin de Cehennemin de ebedi olduğu anlatılır. Mesela bir süre Cehennemde yandıktan sonra alnında leke ile Cennete girmek diye bir şey Kur’an’da yok.
Kur’an’da bir süre yandıktan sonra Cehennemden çıkıp Cennet'e gitmek de yok. 370 ayette geçen şu, “Cehennem ebedidir, Cennet de ebedidir.”
- Bahsedilen Cennetin ve Cehennemin ebediliği olamaz mı?
- Hayır hayır. Bahsedilen “ebedi olarak orada kalırlar” ifadesidir.
- Cezasını çektikten sonra Cennete gitme yok mu?
- Asla. Bu şekilde anlaşılabilecek bir tane ayet yok. Hatta ben o bölüme esprili bir başlık attım. Sayfa 228.
“Hoca bir gün toplamış müritleri demiş. Ömründe bir kez bile kelime-i şahadet getiren bir kimse cehennemde yandıktan sonra Cennet’e girecek. Öğrenci sormuş:
Hocam orası solaryum değil miydi?
Bayanlar baylar, solaryuma meraklı iseniz buradakine gidin. Öteki taraftakinin çıkışı yok.”
Bakın Bakara Suresi 90. ayeti ne diyor bakın. “Derler ki ateş bize sadece belli birkaç gün değecektir. Onlara siz Allah katında söz mü aldınız? Eğer öyle ise Allah sözünden caymaz. ”
Şimdi Yahudiler, “belli bir zaman yandıktan sonra çıkıp Cennete gideceğiz” diyorlar. “De ki Allah’tan söz mü aldınız”
Bakın bir sonraki ayette ne diyor? “Hayır. Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa, işte onlar Cehennemliktirler. Orada devamlı kalırlar.
- Burada “kötülüğü kendini çepeçevre sararsa” diyor. Ya sarmamışsa?…
- Çepeçevre sarmamışsa Cennete gidecek demek.
- Şunu sormak istiyorum. Kötülüğü çepeçevre sarmamış. Ama kötülük yapmış. Kötülüğü yapan kişinin de bir derecesi olması gerekmiyor mu?
- İşte Cennetin katları bu yüzden var. Birinci kat ile yedinci kat birbirinden çok farklı. Yedinci kata göre birinci kat nerede ise bir Cehennem gibi. Allah o katları boşuna mı anlattı? O katların bir manası var.
- Şöyle bir şey ortaya çıkıyor o zaman: En kötüler Cehenneme gidiyor.
- Tabii. Ayet net. Kim kötülüğü çepeçevre kuşatırsa. Bakara 162 ayet var. “Onların azabı ne azaltılır, ne hafifletilir.” 370 ayet var. Ben bunlardan 40’ını kitabıma aldım. Bunlara baktığınızda hep “ebedi kalmak” ifadesi var.Başka suçlardan dolayı da cehennem azabı var. Ancak onlar için de ceza ebedidir.
Kısacası "Ebedi kalmak" bu konu ile ilgili bütün ayetlerde geçiyor.
- “Onlar için devamlı azap vardır” deniyor. Bu devamlı olmayan azap da var anlamını da ifade etmiyor mu?
- Bana Kur’an’da yanıp da sonra çıkma olduğunu gösteren tek bir ifade gösteremezsiniz. Sadece bir yer var. Onu da yazdım. Hud suresi 107. ayette. “Rabbin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, onlar orada temelli kalacaklardır.”
Buradan "Rab dilerse çıkabilirler!" anlamını çıkarıyorlar. “Rabbin dilemesi bir yana” ifadesi bir sonraki ayette, bu şekilde yorumlanmasını engelliyor. “Rabbinin dilediği şey (cenneti yok etmeyi dilemesi) hariç, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).”
Cennete girdikten sonra bir suç işleyip oradan çıkma ihtimali olmadığına göre bu Allah’ın azametini anlatan bir ayettir. Cennetten çıkma, sonradan girme diye bir şey yok.
- Cennette alt kattakiler için üst kattakilere bakmak bir tür azap dediniz. Sizin anlattığınızdan gerçek Cennetin sadece yedinci kat olduğu anlaşılıyor.
- Bir de kitabınızda hadislerle ilgili genel bir bakış açısı var. “Sahih olmayan” hadislerin dışlanması var. O ayrı. “Sahih hadisler”le ilgili bir tavrınız var. Onları da yeniden şiddetli bir elemeden geçiriyorsunuz.
- Bu bahsettiğiniz konuya ikinci kitapta daha geniş çaplı girmiş olacağız. Araf suresinde, “Kıyamet saatini kimse bilemez” diyor. Devamında, “Sana soruyorlar Ey Muhammet sanki sen biliyormuşsun gibi de ki onu Allah'tan başkası bilemez.”
Peki bu ayetten sonra Peygamber kalkıp da kıyamet alameti zikredebilir mi? “Fuhşun artması, binaların yükselmesi” falan gibi bir çok şey anlatılır. Bu görüşe şöyle itirazda bulunuyorlar. “Allah kıyamet saatini bilemez” diyor. Alametlerini bilemezler” demiyor.
Alamet neye yönelik bir bilgidir? Kıyamet saatine yönelik. "Kış gelince kar yağacak" ifadesini düşünelim, "kış" karın yağmasının alametidir. Allah ansızın diyorsa alamet denilen şey, Allah'ın zikrettiği "ansızlık" kavramını bozar.
İşte bütün bunlardan sonra Peygamber Efendimizin kalkıp da “Kıyamet'in alametleri şunlardır” der mi?
- O zaman “Kıyamet alameti” denilen şeylerin hepsi hurafe mi?
- Bu işin devamında Mehdi ve Mesih kavramlarına geliyor. Çünkü onlar da kıyamet alameti. Hem Mehdi hem de Mesih kavramı Kur’an’da yoktur.
- İnsanların yıllardır doğru bildiği kavramların üzerine gidiyorsunuz. Belli kesimlerin yönelteceği oklardan çekinmediniz mi?
- İşte bundan dolayı “Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır” hadisi önem kazanıyor. Bir yerde haksızlık varsa Peygamber Efendimizin yolunda olanlar da ben de susmamalıyız, ben susamam.
- Güya hadislere dayandırarak Kur’an’ı abdestsiz okumayın diyorlar. Bunun da bir temeli yok. Diyelim ki gayri Müslim biri islamı öğrenmek istiyor. Ben de bu kişiye Kur’an’ı verdim. Abdesti yok. Nasıl olacak bu. Bu kitap sadece Müslümanlara mı indi, yoksa topyekün olarak insanlığa mı? Abdest, sadece namaz kılmanın şartıdır, her şeyin varın ve yoğun anlatıldığı Kitab'ın içinde Allah'ın ifadesinde.
- Peki bunların şu veya bu şekilde dinin içine niçin sokulduğunu düşünüyorsunuz?
- Bunu İbn Haldun Mukaddime isimli kitabında çok iyi anlatıyor. Kur’an geldiği zaman oradaki inisanlar ehl-i kitaptı. Onlara bazı şeyleri anlatmak için verilen örneklerin Kur’an’ın hükümleri gibi algılandığını anlatıyor. Recm cezası da Kur’an’da yer almıyor. Buna ilişkin yer alan rivayetler de bir temele dayanmıyor.
Bir hadis var. “Kafayı Allah yarattı, kafaya küfretmeyin” ya da “Yüzü Allah kendi suretinde yarattı, yüze vurmayın.” Sorarım size, kafayı Allah yarattı da bacağı başka birisi mi? Aslına bakarsanız, bu yüz yaratma meselesi Tevrat’ta ve İncil’de geçiyor. Kur’an’da “Allah doğmamış ve doğrulmamıştır” diyor.
Münafık Abdullah bin Seleme, İslam'a hadis diye 4 bin hurafe soktuğunu idamı sırasında bizzat kendisi söylüyor. İşin vahim tarafı da bunların hangilerinin doğru olduğu bilinmiyor. O halde yapılması gereken, Kur'andaki ayetlerin sağlamasını hadislerle değil, hadislerin sağlamasını Kur'an'daki ayetlerle yapmaktır.
İşte bundan dolayı Kur’anı okuyarak Müslüman olanlar daha güçlü bir imana sahip oluyorlar.
- Bir de Kur’dan’da Hz. Adem’den söz ediliyor, Havva’dan bahsedilmiyor diyerek anlattıklarınız var.
- Adem kelimesi aslında çoğul bir ifade. Yani Adem, "Yaratılan ilk insanlar" demektir. “İzmir’i Yunan bastı” dediğinizde tekil bir kişiden söz etmiyorsunuz. “Almanla savaştık” dendiğinde de Alman bir kişi değildir.
Oysa popülasyonuna baktığımızda gen havuzu denilen ortak detaya göre dünyanın sonuna kadar kırmızı gözlü insanın olması mümkün görünmüyor. Peki Adem diyelim ki beyaz idi. Zenciler nasıl oldu? İşte ateist buradan kendine bir yol buluyor. Bunu evrimle bile anlatamazsınız.
hüseyin demirkıran 12 Yıl Önce
erdal beyin unuttuğu bazı şeyler olduğuna inanıyorum yorumlarını yaparken,mesela fıkıh ilmi yazarlık gibi değildir. yazarlıkta yorum ve anşatım cok önemlidir ama fıkıhta belli deliller ve gerceklere göre dayanılarak hareket edilir.ayet ve hadisleri kendi bildiğimiz şekilde yorumlamamalıyız başka anlamlar ve içerikler taşıyor olabilir.örneğin diyorki bence bu ayet bu anlamı taşımıyor diyor . buna o karar veremez bence demek olmamalı şundan dolayı yada gerceklik tanımlamalı sayın yazarımız.neyse yorumları ona iat , ve onu bağlar ama bana gercekçi ikna edi,çi gelmiyor . yazarımıza bundan sonraki haytında başırılar dliyorum.