Önce, Süleyman Şah Üniversitesi’nde gençlerle biraraya gelen Soylu, saat 23.00’de Ülke TV’de katıldığı “Bıçak Sırtı” adlı programda 28 Şubat sürecinin değişik boyutlarına ve ekonomik etkilerine vurgu yaptı.
Dünü yoğun bir programla geçiren Süleyman Soylu, önce Süleyman Şah Üniversitesi’nin Kartal’da bulunan kampüsünde gençlerle bir araya geldi. 28 Şubat süreci üzerinde kapsamlı bir analiz yapan Soylu, yaşananların sadece kapalı kapılar ardında gelişen senaryolardan değil, 1990’ların başında soğuk savaş döneminin bitmesiyle ortaya çıkan yeni dengelerin, kendi aralarındaki pozisyon alma savaşından kaynaklandığına dikkat çekti.
Ülke TV’de katıldığı programda da sürecin ekonomik etkilerine vurgu yapan Süleyman Soylu’nun dünkü konuşmalarından bazıları şu şekildeydi:
“Doğu bloğunun dağılması , Berlin Duvarı’nın yıkılması sonucu 1980’lerin başından itibaren dünyanın hazırlandığı küreselleşme ve globalleşmeyi hızlandırdı. Dünya karar vericilerinin komünizme ve sol bloğa tattırdığı mağlubiyetten sonra yine 80’lerin ortasından itibaren İslami terörizmi hedef alan konuşmaları, dünyanın yeni politikasının ipuçlarını veriyordu. Bu, Türkiye’deki sivil siyasetçilerin de, vesayet sistemi olarak adlandırılan kesimin de ezberlerinin dışında yeni bir dönemdi. Devlet kurumları için, askeri bürokrasi ve yargı bürokrasisi, iş dünyası için, sendikalar için, medya için, siyaset dünyası ve hatta millet için yeni pozisyon dönemiydi. Türkiye, ya bu global ağın içerisinde rekabet edebilir bir güçte olacak, yahut da kapalı, tam da Baas rejimlerinin öngördüğü bir sisteme oturacaktı.”
“Aslında, 1800’lerin sonunda başlayan tanzimat, meşrutiyet, açılma politikalarından itibaren İttihatçı gelenekle Ahrarcı gelenek, Cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ve yine DP ve CHP, yine AP ve CHP, ve yine ANAP ve Halkçı Parti, SHP, CHP aslında bu yeni pozisyona ait siyasal hazırlıklardan geliyorlardı.”
“Büyümeci olan merkez sağ siyaset ve dünyadaki gelişmeleri takip eden merkez sağ siyaset, küreselleşmeye ve kendi iktidarlarının devamını isteyen cumhuriyetinin egemen unsurlarıyla çatışacaktı ve bu çatışma kaçınılmazdı. Gümrük birliği hamlesi, AB kriterlerine yönelik değişiklik talepleri, İstanbul merkezli sermayeyi ve vesayet merkezli devlet iktidarını ürkütmüş ve çatışma yeniden başlamıştır. Gümrük birliği, küresel etkileriyle birlikte Türkiye’yi zorlasa da rekabete alıştıracak, mevcut potansiyel, bu rekabete yetmeyecek, topyekün, Anadolusuyla, batısıyla ve bütün insan kaynaklarıyla bu ayakta kalma mücadelesini sürdürecekti. Bu, İstanbul sermayesinin, askeri bürokrasinin, yargının ve İstanbul sermayesinin elinde olan medyanın hazzetmediği ve kendi geleceklerini tehdit eden bir durumdu.”
“Artık, taraflar netleşiyordu. Yüz yıllık iktidar geleneğine sahip statükocu ve vesayet geleneğinin sahipleri, ellerindeki bütün imkanları uluslararası paydaşlarının da talepleriyle gerçekleştirecek programları yürürlüğe koyuyorlardı. Bu büyük pasta, kuru kalabalıklarla, kasketlilerle, yeni Anadolu sermayesiyle, kendi okullarında okumaya başlayacak tanımadıkları sınıfın insanlarıyla ve küreselleşmenin getireceği bilinmeyenlerle paylaşılamazdı.”
28 Şubat’ın ekonomik yönlerine de değinen Süleyman Soylu, ilginç verilere yer verdi.
“Şöyle bir değerlendirme yapılabilir:
1950-60 dönemi Türkiye’nin ekonomik büyümesi üst üste %7,5’tir.
1965-71 dönemi Türkiye’nin ekonomik büyümesi üst üste %6.4’tür.
1983-87 dönemi Türkiye’nin ekonomik büyümesi üst üste %6,9’dur.
1995-97 dönemi Türkiye’nin ekonomik büyümesi üst üste %8’dir.
Bu gösteriyor ki, sivil siyaset dönemlerinde ve Türkiye’nin merkez sağ iktidarlarının demokrasi ile bulduğu zeminlerde Türkiye 28 Şubat’a kadar nefes aldığı dönemler yukarıda sayılan büyüme dönemleridir.
Şimdi de 28 Şubat döneminin hemen sonrasında 2002 yılına kadar Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı maliyetlere göz atalım. Bunun sebebi, 28 Şubat’ı gerçekleştirenlere hangi ekonomik kazanımları sağladıkları ve milletin bunun karşılığında hangi maliyetlerle karşı karşıya kaldığıdır.
1997-2002 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme hızı ancak 0,58 olmuştur.
Yani üst üste ortalama %6’lık, 7’lik rakamlar hayal ötesi olmuştur.
1997’de 194 milyar dolar olan milli gelir 2002 yılında 148 milyar dolara düşmüştür. Türkiye’nin iki temel küçülmesi 1999’da % -5 ve 2001’de % -9,4 olarak gerçekleşmiştir. Bunlar cumhuriyet tarihinin en büyük daralmalarındandır.
Dış borç, 82 milyar’dan 120 milyar dolara % 50 artarak yine aynı dönemde fırlamıştır. İç borç 28 milyar dolardan 95 milyar dolara, % 220 artış göstererek yine aynı dönemde fırlamıştır.
Türkiye’nin toplam borcu 110 milyar dolardan 215 milyar dolara %100’e yakın bir artış göstererek yine aynı dönemde çıkmıştır.
Kişi başına düşen milli gelir 3255 dolardan 2160 dolara gerilemiştir.
1997’de Hazine’nin faiz ödemeleri 2,2 katrilyon lira tutarken Refahyol’un devrilmesinin ardından faiz ödemeleri;
1998’de 6,1 katrilyon,
1999’da 10,7 katrilyon,
2000’de 20,4 katrilyon,
2001’de 41 katrilyona,
çıkmış ve böylece faiz lobisi de 28 Şubat’ın karşılığını ziyadesiyle almıştır. Çünkü Refah-Yol hükümeti bir finansman havuzu kurmuş, finansman açığı olan KİT’lerin ihtiyacı finansman fazlası olanlardan karşılanmaya başlanmıştır. Türkiye, elinde olmayan devlet tahvilini satan özel bankalarla da karşı karşıya kalacak ve yüzyılın soygunu gerçekleştirilecekti. Ve devlet yetkilileri, ideolojik kaygılarla seslerini çıkaramayacaklardı.”
“İşte 28 Şubat, bu yolu da kapattı. “Yeşil Sermaye” diye fişledi. 8 Yıllık kesintisiz eğitim getirdi, mesleki okulların önünü kapattı, teşvikleri ve banka kredilerini daralttı. Oluşturduğu kamu borç yükünü ve faizin getirdiği ağır maliyeti, milletin sırtına yükledi.
1997-2002 yılları arasında faiz yükleri hariç, Türkiye’nin büyümeden elde edeceği katma değerler hariç, Anadolu sermayesinin getireceği birikim hariç, sadece milli gelirde 44 milyar dolarlık bir gerileme ve borç yükünde 105 milyar dolarlık bir artışla birlikte toplam 149 milyar dolarlık 28 Şubat’ın ikliminin getirdiği bir kayıp sözkonusu olmuştur.
Bu dönemde her vatandaşın cebinden 2250 dolar alınmıştır. İsmail Hakkı Karadayı tarafından, Çevik Bir tarafından, sendika ağaları tarafından, medya patronları tarafından ve daha sonra Balyoz’u, Ergenekon’u, Ayışığı’nı, Sarıkız’ı, Kafes Eylem Planı’nı hazırlayanlar tarafından.
Yine bu soygun döneminde Türkiye ilk kez batan bankalar ve bunların millete yüklenen maliyetleriyle karşılaştı. Bankaların görev zararları 1,5 katrilyon liradan 30 katrilyon liraya ulaştı. Havuzlar oluşturarak siyaseti yeniden dizayn edenler, milletvekillerini maddi menfaatler karşılığı partilerden partilere geçirenler, yeni parti kuranlar, kurdukları yeni partinin mitinglerine uçaklarla insan taşıyanlar, bedeli yine millete ödettiler.
Sadece bu dönemde ekmeğin fiyatı dolar bazında %50, tüpgazın fiyatı ise %200 arttı.
1997’de emekli maaşları %21 oranında arttırılmış, emekli maaşları 2002’de ise %18 oranında gerilemiştir.
1997 yılında SSK maaşları %34 artarken, 2002 sonu itibariyla %19,8 gerilemiştir. Bağ-Kur emekli maaşı % 104 artmış, 2002 itibarıyla %11,5 gerilemiştir.
İşsizlik oranı, 1997’de %6,4’ten 2002’de sonunda % 16’ya yükselmiştir.
Ayrıca yolsuzlukta dünya sıralamasında 54.sıradan 64.sıraya Türkiye düşmüştür.
Bunun sonucunda Türkiye yeniden IMF ile 1999 yılından itibaren 25,7 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamış, hem Türkiye’nin rahat hareket etme kabiliyetini azaltmış, hem de çok ağır bir faiz yükü getirmiştir.”
28 Şubat’ta medyanın rolüne ilişkin olarak da açıklamalarda bulunan Süleyman Soylu, bu konuda da çarpıcı örneklere yer verdi:
“Medya, tam da Genelkurmay Karargahı’nın emriyle hareket ediyordu. BÇG’nin belirlediği manşetler, makaleler, medyanın temel düsturuydu. Bunun yanısıra, bununla mücadele eden, demokrasiye, sivil siyasete ve Türkiye’nin doğru istikametine sahip çıkmaya çalışan çok ilkeli ve bunun için de “andıçlanan” insanlar vardı.
Bu arada Hürriyet de, yine üst düzey bir komutanın “bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin” sözlerini manşetten giriyordu.
Türkiye, terörle mücadele batağındayken PKK’yı kontrol eden ve ettiren güçler, Gazi Mahallesi olaylarını manipüle eden, faili meçhul cinayetleri organize eden güçlerle Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Aczmendi meselelerini gündeme getiren güçler, vesayet iktidarının devamı için yoğun çaba harcıyordu.
Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Murat Belge demokrasi müadelesi veriyorlardı. Siyasete, nota verenlere yazılarıyla büyük baskılara rağmen nota vermeye çalışıyorlardı.”