gphaber

YSK'nın yapısı, demokratik meşruiyete dayanmalıdır

SİYASET

DP E.Gn.Bşk.Süleyman Soylu, Stratejik Düşünce Enstitüsü'nde bir panele katıldı. Panelde bir konuşma yapan Süleyman Soylu, Yüksek Seçim Kurulu ile ilgili mevcut yapıdaki aksaklıklara dikkat çekerek seçimlerin yönetim ve denetimine ilişkin olarak tesbit ve önerilerini anlattı.

DP E.Gn.Bşk.Süleyman Soylu, Stratejik Düşünce Enstitüsü'nde bir panele katıldı. Panelde bir konuşma yapan Süleyman Soylu, Yüksek Seçim Kurulu ile ilgili mevcut yapıdaki aksaklıklara dikkat çekerek seçimlerin yönetim ve denetimine ilişkin olarak tesbit ve önerilerini anlattı.

Soylu,sözlerine şu şekilde devam etti.:

Tüm katılımcıları saygıyla ve hürmetle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Dünyadaki demokratik genişleme ve toplum taleplerinin bu çağda kendisini çeşitli araçlarla belirleme biçimi modern demokratik devlet ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Modern demokratik devlete ulaşmak için nasıl bir demokrasi istiyoruz ve bu demokrasiyi hakkaniyetli bir sistemle nasıl işler ve sürdürülebilir kılacağız. Kontrollü, merkezi bir yapı mıdır? talebimiz yoksa küreselleşmenin hızı, güçlenen yerelleşme ve kontrolü daha fazla kamuoyu denetimi ile beslenen açık toplumu hedef alan bir demokrasi mi oluşturacağız? Bu arzu ettiğimiz demokrasi talebine göre kurumlarımızı nasıl şekillendirmeliyiz.

Türkiye’nin dünyada Arap uyanışıyla birlikte üçüncü demokrasi dalgasının yaşandığı bir dönemde bir sistem değişikliğine gitmesi gerektiğini uzun zamandır anlatmaya çalışıyorum. Ve yine, kendi okumalarımdan elde ettiğim sonuca göre Türkiye “yeni dünya kodları” olarak nitelendirdiğim 6 ayrı parametreye tam anlamıyla riayet ettiği zaman modern demokratik devlete ulaşabilme fırsatını yakalayacaktır. Bunlar:

-Demokrasi

-Rekabet

-Adalet

-Güven

-Şeffaflık

-Eşit vatandaşlıktır.

Bu tanımlamaların içerisinde devlet-toplum ilişkisinin regülasyonunda güvenilir kurumlar esastır. Çünkü devlet-toplum ilişkisinde esas ihtiyaç duyulan adalet duygusunun pekiştirilmesidir, sarsılmamasıdır ve şeffaflık oluşturmak ve güvensizlik yaratmamaktır. Onun içindir ki hukukun da siyasetin de, ekonominin de uluslararası ilişkilerin de ulaşmak istediği esas çıktı, adalettir. Bunun için kurumlarımızı toplum-devlet ilişkisinin adaletli tesisi için güvenli hale getirmeliyiz. Bunu kimse, endişeli ve bir güvensizlik paranoyası olarak algılamasın. Tam tersi, bütün kurumlardaki ve toplumlardaki güven mimarisini yeniden inşa etmek zorundayız. Onun için Türkiye, soğuk savaş sonrası ve bilgi toplumu, hatta bilişim toplumu içerisinde tüm kurumlarını yenilemek zorundadır ve çağın zihniyet devrimini kurumlarına yansıtmak zorundadır. Bugünkü anayasa tartışmalarını, hükümet sistemi tartışmalarını, hatta bazen devlet sistemi tartışmalarını bu açıdan görmeliyiz.

Çağımız, verimlilik ve farkındalık çağıdır. Farkındalık ve verimlilik, bizi daha rekabetçi kılacaktır. Bu kavramların etkileyeceği güvenli kurumlar oluşturmak; adaleti sürdürülebilir ve hakkaniyeti sürdürülebilir ve şeffaf kurumlar oluşturmak, toplumsal barışı, birbirini anlamayı ve muhakkak ki empatiyi arttıracaktır. Açık toplumun gereği budur. Önümüze koyacağımız hedefte soracağımız soru “açık toplum mu kontrollü toplum mu” sorusudur. 21.yüzyıl, nasıl bir yüzyıl olacaktır ve ardışık yüzyılları bize nasıl fırsatlar ve tehditler getirecektir? Bu yüzyılı bizim adımıza haketmiş bir şekilde yönetecek yöneticilerimizle aynı duyguyu paylaşabilecek miyiz? Onların varlığı bizi mutlu edecek mi, yoksa hakkaniyetsiz yöneticilerin varlığı bunalımımızı mı arttıracak?

Bugün Suriye’de Esad’ın oluşturduğu bunalım, Kaddafi’nin sürdüremediği, Saddam’ın sürdüremediği, Mürabek’in sürdüremediği -hatta Sarkozy’nin kendi toplumunu iknada zorlandığı- bunalım, mutsuzluğun ve adaletsizliğin sonucudur.

Tüm dünyadaki bu değişimler adaletli seçim ve adaletli yönetim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin önünde, bugün tartıştığımız, bütün bu anlattıklarımıza hitap eden ciddi bir soru durmalıdır: “Seçim adaleti ve işleyişi nasıl olmalıdır; küreselleşmenin sunduğu teknolojik devrim karar süreçlerini ve karar mekanizmalarını nasıl etkileyecektir; yerelleşme demokraside ve ülkeler idaresinde ne oranda etkili olacaktır; yerelleşmenin gücü, mekanizmalara nasıl yansıyacaktır; ne kadar devleti, ne kadar toplumu, ne kadar dengeyi ve güveni temsil edecektir?”

Ayrıca öngörüm, 21. yüzyılın referandumlar yüzyılı olacağıdır. Gerek dünyada sınırlar aşan veya ülkelerde sınırlar içi referandumlar, etkili belirleme yöntemi olacaktır. Türkiye’nin bundan etkilenmemesi düşünülemez. Seçim yapımızın ve seçim yönetimimizin buna göre evrilmesinin çareleri düşünülmelidir. Kredi kartları üzerinden paranın şifre ile tüketildiği bir zaman diliminde, elbette temel hak ve özgürlükler konusunda bu insiyatifin kullanılabileceği ıskalanmamalıdır. Artık sadece iç rekabeti yaşadığımız bir dünya değil her an dış rekabetle iç içe olduğumuz sınırlarüstü rekabetin içerisinde bir dünyadayız. Hem yerel hem küresel bakmalı, tanımlamalarımızı ortaya koymalı ve bunu yeni anayasaya uyumlu bir şekilde yerleştirmeliyiz. Burada temel esas halkın özgür iradesinin yönetime adil bir şekilde yansımasıdır. Bu adaletli sonucun toplumsal barışın teminatı olduğu unutulmamalıdır.

Halkın devlete dokunduğu ve yönlendirdiği alan olan siyaseti ne kadar anlamsız denetim altına alırsak, o kadar yozlaştırırız. Ne kadar kapalı bir sistem kurarsak, siyaset-güven-toplum-devlet ilişkisini zedelemiş oluruz. Yeni dünyanın kavramı olan katılımcı demokrasi, hatta müzakereci demokrasiye sırtımızı dönmüş oluruz. Burada yapılması gereken insan unsurunun yaratıcılığını ve varlığını mümkün olduğunca sistemin tüm unsurlarına dokundurmaktır. Hedef; insanın dönüşme talebi kadar sistemi insan gibi canlı tutmak ve onu dönüştürmeye zorlamaktır. Çünkü demokrasi statik bir süreç değildir. Toplumla biraraya geldiğinde demokrasi dinamik ve ilerlemeci bir süreçtir.

Yapacağım tesbitin açık olduğunu görüyorum. Tartıştığımız meselede devlet ve birey, karşı karşıyadır. Bireyin devletin merkezine odaklandığı bir seçim yürütme ve denetleme mekanizması, ancak sivilleştirilerek ve saydamlaştırılarak sağlanır. Özellikle Türkiye’de tartıştığımız Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumlar, sübjektif değerlendirme yapma ve vesayetin yargı üzerinden siyaseti yönlendirme, şekillendirme, biçimlendirme ve diğer resmi ve yarı resmi örgütlere müdahil olma üzerine bina edilmiştir.

Öncelikle bu zihniyetin değişmesi gerekmektedir. Onun içindir ki bugünkü Yüksek Seçim Kurulu yapısı, çağımıza, toplumsal taleplerimize ve tam da dünyanın evrildiği yöne uymayan anlayıştadır. YSK, devletin tam etkin olduğu, uzmanlaşmadan yoksun, standartları güvensiz ve hatta belirsiz, teknolojik değişimlere ayak uydurmakta zorlanan ve sürekli adaleti sorgulayıcı, şeffaf olmayan bir organizasyon olarak görülmektedir. 

Karşınızda Yüksek Seçim Kurulu dahil bütün bu kurullarla ve her kademesiyle defalarca muhatap olmuş birisi olarak bulunuyorum. İlçe seçim kurullarındaki işleyiş metodunu sizlere derinlemesine anlatarak iştahınızı kaçırmak istemem. Eskiden kaymakam adına işlem yapan, bazen kaymakamdan daha güçlü olan Taharat Kâtipleri vardı. Seçim müdürleri, bunların kuvvetlendirilmiş versiyonudur. İlçe Seçim Kurulu’ndaki seçim müdürleri hangi fonksiyondaysa, Yüksek Seçim Kurulu’ndaki idari ve mali işler daire başkanları aynı fonksiyondadır. Sistem içerisindeki çok başlı yürütme, hatta belki de doğru tanımıyla “başsız yürütme” sistemi yozlaştırmıştır.

Yüksek Seçim Kurulu’nun sistemi; kontrollü demokrasi, kontrollü toplum ve kontrollü siyaset üzerinden yürümektedir. Özellikle Siyasi Partiler Kanunu, seçim hukuku ve kanunlardaki boşluklar, bu kontrolü kolaylaştırmaktadır. YSK’da başkan hariç Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tam zamanlı çalışmaması, seçim hukuku alanında uzmanlıkları ve bu hususta özel çalışmaları bulunmayan üyelerin varlığı, kararlarında idari yapı içerisinde yer alan bürokratların etki ve telkinleriyle hareket etmelerine sebebiyet vermektedir. Yine YSK üyeleri, mevcut kanun ve hukuki düzenlemelere göre kararlarını vermekteyseler de özellikle seçim hukuku alanındaki mevcut yasal düzenlemelerdeki boşluklar, günün siyasi konjonktürü, üyelerin şahsi düşünceleri öne çıkmakta ve bu sebeple tam anlamıyla içtahad birliği sağlanamamaktadır. Seçim hukuku alanında başvurulabilecek doktriner kaynakların yetersizliği de bir başka sorun olarak görünmektedir.

YSK’nın kararlarında sürekli vurgu yaptığı “tam kanunsuzluk” ibaresi, içerisine olurolmaz her türlü birikintilerin atıldığı çuvala benzemektedir. Her konuda hiçbir nesnelliği bulunmayan tam kanunsuzluk ilkesine vurgu yapılması, YSK’da adaletsizliği ve hakkaniyetsizliği oluşturan en temel “gri alan”’dır. Tam kanunsuzluk ilkesi La Fontaine’nin kurt – kuzu hikayesidir. Nerede durulduğu önemli değil suyun bulanıp bulanmadığına bakmadan, tam kanunsuzluk ilkesi bütün sonuçların gerekçesi olarak önümüzde durmaktadır. 

Yüksek yargıçların, hakimlerin mesleki duruşları ve halktan kopuk yaşamaları veya yaşamak zorunda kendilerini hissetmeleri nedeniyle toplumsal psikolojiyi çok iyi analiz etme imkânları bulunmamaktadır. Bu, YSK kararlarındaki etkiyi tek taraflı kılmaktadır.

YSK hakkında belirtilmesi gereken bir başka husus, seçim kanununun ve mevzuatlarının, Siyasi Partiler Kanunu’nun, hatta burada sonuç bulunmazsa temel alınan Türk Medeni Kanunu’nun seçim hukukuna birebir yansıyan hükümlerinden kaynaklanan sıkıntıların seçim adaletini zedelediğini ve ortadan kaldırdığını söylemek mümkündür.

Seçim hukuku, yukarıda belirttiğim gibi uzmanlık ve hızlı karar alabilmeyi gerektirir. Bu kurulun yalnızca yüksek yargı üyelerinden oluşmasının bugünkü sıkıntıları doğurduğu açıktır. Çoğu örneklerinde görüldüğü gibi YSK kararlarında temel eleştiri noktası, kararlardaki paralelliğin çoğu zaman sağlanamıyor olmasıdır. YSK kararlarıyla, aynı zamanda demokratik hukuk devletinin temel normu olan yasama-yürütme-yargı üzerinde, yani güçler ayrılığı üzerinde dengesizlik oluşturulmaktadır. Çoğu zaman, kararlarıyla anayasanın yetkilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, yani yasama kurumunun yetki alanına girmekte, hatta gasp etmektedir. Siyasete ve demokrasiye müdahale etmektedir. Yargı üzerinde oluşturduğu güvensiz ve sorgulanır durumla da yargı müessesesini töhmet ve hatta şaibe altında bırakmakta, yargıyı kamuoyunda zayıflatmaktadır.

Ayrıca seçimlerin yönetiminin yargı organlarına bırakılması gereksizdir. Çünkü seçimlerin yargı organlarınca denetlenmesi, seçimlerin dürüstlüğü ve serbestliğini sağlamaya yeterlidir. Ayrıca seçimlerin yargı organlarınca yönetilmesine gerek yoktur. Nihayetinde seçimlerin yargı organları tarafından yönetilmesi sadece gereksiz değil zararlıdır da. Çünkü bir uyuşmazlık sözkonusu olduğunda hüküm verecek olan organ yine yargıdır. Hükmü verecek, uyuşmazlığın doğmasına sebep olan makamdan farklı olmalıdır. Aksi takdirde hükmü veren makamın bağımsızlığı, yani yargının bağımsızlığı ortadan kalkar. YSK’nın bugün içerisinde bulunduğu bir başka paradoks ise, kendi yaptığı işi denetlemesidir. Oysa, yargının iki temel ilkesi tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Ortaya çıkardığı bir uyuşmazlığı tarafsız ve bağımsız bir yargının çözmesini beklemek hukukun temel ilkesi olan “kimse kendi davasında hakim olamaz” anlayışına aykırıdır.

Yine, seçimlerin bizatihi yargıçların yönettiği YSK tarafından yönetilmesi, yukarıda belirttiğim gibi kuvvetler ayrılığı ilkesine terstir. Nihai olarak da YSK’nın bugünkü üye yapısı ve mevcut durumu, demokratik meşruiyetten yoksundur.

Yaptığım genel değerlendirmeler ve tesbitlerim sonucunda Türkiye’de dürüst ve serbest seçimin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle bu seçimin yönetimini ve denetimini, ayrıca, uyuşmazlıkların çözümünü sağlayacak kurumun ehil bir kurum olma özelliği sağlanmalıdır. Onun içindir ki “bu kurum bir yargı kurumu mudur yoksa bir idari kurum mudur” tartışmasından çıkarılmalıdır. Muğlaklık, ne organizasyon yapılanmasında, ne de anayasal ve yasal düzenlemelerde olmalıdır. Çünkü muğlaklık, güç sahiplerinin ve kötü niyetlilerin adalete karşı kullandığı en acımasız silahtır. Onun içindir ki YSK, Anayasa Mahkemesi gibi “Yüksek Mahkeme” statüsünde olmalıdır.

Daha önce de belirttiğim gibi YSK’nın yapısı demokratik meşruiyete dayanmalıdır. Yargıç üyelerinin dışında genel kurulunda siyasi partilerin TBMM marifetiyle gönderilen üyeleri ve yine özellikle sosyal bilimlere veya hukukçu kimliğine mensup üyeleri (TBMM tarafından, Cumhurbaşkanı tarafından, hatta Baro tarafından belirlenebilecek) ile demokratik ve çoğulcu bir hale getirilmelidir.

Yine, önceden belirttiğim nedenlerle uyuşmazlık konusunda aldığı kararlarda itiraz mercii, Anayasa Mahkemesi olmalıdır.

“Tam kanunsuzluk” gibi tanımlamalarla ilgili konularda kanun, geniş olarak yorumlanmalı, sübjektif değerlendirmelere alan bırakılmamalıdır.

YSK’nın kararlarındaki içtahadın ve paralelliğin sağlanması için özellikle üyelerin, başka görevleri ifa etmemeleri gerekmektedir. Tam zamanlı çalışma esası getirilmeli ve YSK tam zamanlı bir kurum olmalıdır.

YSK’nın yukarıda belirttiğimiz gibi yüksek bir mahkemenin işleyişi gibi ayrı daireler eliyle işbölümü ve görev çerçevesinde düzenlenmesi gerekmektedir. Birkısım üyenin daimi, bir kısım üyenin ise seçim dönemlerinde tam zamanlı olarak çalışması, özellikle hakim,avukatlar hukukçulardan oluşabilecek “daire içi alt tetkik mercii”’nin kurulması, hem iş yükünün azaltılmasına hem de hızlı hareket ederek karar alma mekanizmasının etkin çalışmasını sağlayacaktır. Bu uygulama, ihtisaslaşma ile içtahad yaratmayı da gerçekleştirebilecektir.

Buradaki diğer bir problem ise siyasi partilerdir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Siyasi Partiler Bürosu kaldırılmalı, partilerin tescil, sicil, üye işlemleri dahil olmak üzere YSK altında yönetim ve denetim dışında bir daire oluşturularak o daireye verilmelidir. Çünkü bu karmaşıklık, siyasi partilerin ilçe-il ve genel merkez seçimlerinde sürekli sorun çıkarmakta ve kargaşa yaratmaktadır. Ayrıca yasama meclisini oluşturan ve yürütmenin kaynağı olan siyasi partilere yargının tahakkümüdür ki bu da kuvvetler ayrılığı ilkesine terstir. Yani YSK, yönetim, denetim ve siyasi partiler başlığı altında üç ayrı daireden teşekkül etmelidir. YCB’da sadece TBMM’nin nitelikli çoğunluğu kendisine görev verdiğinde Venedik Kriterleri’ne uygun bir şekilde siyasi partilerle ilgili işlem yapabilme yetkisi bırakılmalıdır. Ayrıca siyasi partilerin mali denetimi Anayasa Mahkemesi’nden alınmalı mevcut Sayıştay üyelerinin yaptığı bu denetim, tamamen Sayıştay’ın yetki alanına bırakılmalıdır. Çünkü siyasi partilerin mali denetimi konusunda Anayasa Mahkemesi kararlarına itiraz sözkonusu değildir, bu da hukukun temel ilkeleriyle terstir. Sayıştay’ın vereceği bu karara karşı, elbette ki Anayasa Mahkemesi itiraz mercii olmalıdır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin vereceği bu karar, kesin karar olmalıdır.

Yerelleşmenin veya yerel insiyatifin önümüzdeki dönemlerde de, önümüzdeki seçimlerde de etkin olacağı düşünülmelidir. Bu hususta, etkin olmadığını düşündüğümüz il seçim kurulları kaldırılmalı, üzerinde çok tartışılarak, kararlarıyla YSK’yı da rahatlatacak yeni bir süzgeç mekanizması getirilmelidir. Bu da tam zamanlı olarak çalışmalı, adı da “Bölge Seçim Kurulları” oluşturulmalıdır. Ayrıca ilçe seçim kurullarının yapısı yeniden oluşturulmalı, bugünkü işlevsiz durum ortadan kaldırılmalı, ilçe seçim kurullarında memur üye bulundurulmasına izin verilmemelidir. Seçim zamanlarında görev alabilecek üyeler bugünkü gibi siyasi partiler, ayrıca barolar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler içerisinden seçilmelidir.

Bütün tesbit, değerlendirme ve önerilerimden sonra esas olanın millet iradesinin adalet içerisinde seçim ve yönetime yansımasıdır. Çünkü seçim, demokrasinin teknolojisidir. Siyasi partiler ise demokrasinin ve halkın teneffüs noktalarıdır, şah damarlarıdır. Adaletli seçim, belki de anayasamızın ilk maddesi olacak, insan onurunun su gibi temel ihtiyacıdır. Bu kavram da, bir arada yaşamayı temin edebilecek ortak sözleşmemizin adil ve eşit bir şekilde gerçekleştirilmesinin tek yöntemi olan serbest ve dürüst seçimdir. Türkiye’de bilinen ve bilinmeyen, kamuoyuna yansıyan veya yansımayan seçim haksızlıklarının olmaması ve tekrarlanmaması dileğiyle kuralların doğru bir şekilde oluşturulması inancımdır. Hepinizi sevgi, saygı ve hürmetle selamlıyorum.


Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.