Zaman gazetesinden Mümtazer Türkönenin "Merkez Sağ'ın son noktası " başlıklı makalesi..
"Süleyman Soylu'nun AK Parti'ye geçmesi, çok önemli bir gelişme. Demokrasi tarihimiz adına geçiştirilemeyecek kadar önemli.
Bir kere sembolik değeri mutlaka kayda geçmeli. Soylu, Demokrat Parti-Adalet Partisi-DYP ve tekrar DP çizgisinin son temsilcisi idi. Bu gelenekten umutların henüz sönmediği son çağlarında DP'nin genel başkanlığını yaptı. AK Parti'ye geçişi, bu geleneğe artık son noktanın konulması anlamına geliyor. Merkez Sağ, bir siyasî gelenek olarak ve bütün tarihî mevcudiyeti ile artık sona ermiş oldu. Bundan sonra, yelpazenin sağ kanadını ifade etmek için kimse "merkez sağ" tabirini kullanmayacak. Muhafazakârlık ismi, AK Parti iktidarını temsil ettiği ölçüde, "merkez sağ"ın yerine geçmiş durumda. Süleyman Soylu'nun şahsında merkez sağ, muhafazakârlığın içinde başka bir kalıba döküldü.
Süleyman Soylu'nun Yeni Şafak'ta Burcu Bulut'a verdiği röportaj, bu son noktayı çarpıcı biçimde özetliyor. Merkez sağ, ömrünü tamamladı. Soylu, son noktayı koyarken siyasî yelpazenin geçmişi hakkında esaslı bir muhasebe yapıyor ve geleceği hakkında dikkate değer pencereler açıyor.
Süleyman Soylu portresini hatırlatalım. Merkez Sağ siyasetin son parlak temsilcisiydi. Çekirdekten yetişme, hızlı ve atak bir sağ politikacı. İlçe teşkilatından parti genel başkanlığına uzanan yolu oldukça genç yaşlarda almıştı. Merkez sağ geleneğin içinde herkes kendine bir yer edinebilirdi. Mason locasının üstadı ile tarikat şeyhi veya cemaat önderi aynı amblemin altında buluşabilirdi. Adalet Partisi ile DYP'nin yolsuzluk skandallarını hatırlayanlar, merkez sağ çizginin devletin ekonomik iktidarı ile menfaat grupları arasında bir köprü vazifesi gördüğünü bilirler. Süleyman Soylu, sapla samanın birbirine karıştığı bu gelenek içinde lekesiz ve kırıksız bir siyasî kariyer yaptı. Daha çok zor zamanlarda demokrat değerleri savunurken ve askerî vesayet düzenine karşı çıkarken gördük onu. Yassıada ile Silivri arasında benzerlik kuran Hüsamettin Cindoruk kampına karşı, 12 Eylül 2010 referandumunda durumdan vazife çıkartıp tek kişilik bir parti gibi Anadolu'yu dolaştı, kampanya yürüttü.
Merkez Sağ siyasete son noktayı bu geleneğin son temsilcisi sıfatıyla Süleyman Soylu kendisi koyuyor. "1950-60 arası milletin gücünü görenler "artık bu gücü millete vermeyelim, kontrol bizde olsun" dediler... Ona musallat oldular ve kendi adamlarını yerleştirdiler." Bu sözler bugün Süleyman Demirel figürünün zihnimizdeki sevimsizliğini açıklıyor. "Merkez sağ" kavramı tam da Soylu'nun ifade ettiği bu "musallat olma" durumunun kurumlaşması ve Türkiye'nin son 50 senesine damgasını vurmasını anlatıyor. 1960 darbesinden sonra kurulan vesayet düzeni, Demokrat Parti'nin mirasına sahip çıkarak iktidarı devralan Adalet Partisi ve tabii onun birdenbire ortaya çıkıp liderlik koltuğuna oturan genel başkanı ile bir uzlaşmaya vardı. Sandıktan çıkan hükümetler sadece ekonomiyi yönetecekler, halkı demokrasi yalanına inandıracaklar ve devleti devletin aslî sahiplerine emanet edeceklerdi. Merkez Sağ siyasî çizgisinin neden bu kadar yoz ve iki yüzlü bir gelenek olduğunu bu fiili uzlaşma açıklamaktadır.
Soylu, 28 Şubat döneminde merkez sağı yerlerde süründüren tabloyu hatırlatıyor. 60 darbesini yapanlarla 12 Mart muhtırasını verenlerin Merkez Sağ politikacılarla kol kola girmelerinin nasıl bir kırılma noktası oluşturduğunu aktarıyor. Bahsettiği kırılmanın sembolü, Merkez Sağ'ın 40 yıllık lideri Demirel'in, 28 Şubat darbesinin bir numaralı ismi olmasıydı. Böylece, 27 Mayıs'tan sonraki gizli-kapaklı uzlaşma açık edilmiş, maskeler düşmüş oldu. Merkez Sağ'ın enkazı arasından muhafazakâr bir parti yükseldi."
Makalenin devamı için Linki tıklayınız..