Şekip Mosturoğlu: "Ben Allah’a inanan iyi bir Müslümanım. Kesinlikle intihar gibi bir girişimim olmadı. Ama psikolojik olarak sorunlar yaşadım ve profesyonel destek aldım. Sadece ben değil, herkesin sorunları oldu. Ama intihar mümkün değil"
Sadece Fenerbahçe Spor Kulübü’nün değil, tüm spor camiasının etkin isimlerinden biri. Hukukçu kimliği, kendi alanındaki donanımı, hırsı ve zekası, genç yaşta hızla yükselmesini sağladı. Ancak bir sabah Şike Davası’ndan tutuklandı ve tam 8 ay Metris Cezaevi’nde kaldı. Türkiye aylardır bu dava ile yatıp kalkarken, bu süreçte belki de en çok konuşulan kişilerden birisi oldu. Ünlü hukuk adamı cezaevinde neler yaşadı, basında çıkan haberler ne kadar doğruydu, hayatında neler değişti? Bu ve benzeri tüm soruları Fenerbahçe Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu’na sordum. Kendisi içtenlikle cevap verdi.
- 3 Temmuz sabahı ile başlayalım, polis kapınızı çaldığında ne hissettiniz?
Aslında o sabah olayın tam olarak boyutunu anlayamadım. Polisin yakalama kararındaki suçları okuduğumda çok şaşırdım. Bu suçlarla herhangi bir ilgim olmadığını düşündüm. Gerçeği söylemek gerekirse; bir gün öncesinden bir şeyler olabileceğini düşünüyorduk, haberimiz vardı. Ama bir suç işlemediğimizi bildiğimiz için evimizde rahatça uyumuştuk. Ama 3 Temmuz sabahı polisin yakalama kararında bize yöneltilen suçları duyunca şok oldum.
- Önce Emniyet, ardından da Beşiktaş Adliyesi... Süreç sonunda tutuklandınız.
Samimi söylemek gerekirse; özellikle gözaltı ve sorguya sevk sırasında avukat profesyonelliğini koruyamadım. Emniyette 3-4 gün bekledik, Avukatlık Kanunu uyarınca benim ifademi almadılar. Ancak Emniyet’te bekleme anı travmatik olarak bizi çok etkiledi. Gece ile gündüzü karıştırdık, ne kadar süredir orada olduğumuzu bilemedik. Suçlamanın içeriğini bilmiyorduk.
Tüm bu belirsizliklerle sorgu için savcılığın önüne gittik. Kişisel değerlendirme yapmam gerekirse, sorgum esnasında çok düşük bir performans gösterdim ve neticede tutuklandım. Tabii ki çok üzüldüm. Ama tutuklandığımda bile neyle suçlandığımı tam olarak bilmiyordum. Bana transferle ilgili bir şeyler sordular ama bu soruların iddianamenin içeriğinde “Transfer Şikesi” diye bir kavrama bağlanabileceğini düşünemedim. Bana maçlarla ilgili hiçbir şey sormadılar.
- Tam olarak neyle suçlanıyorsunuz?
Ben ve diğer avukat arkadaşım Sami Dinç, “transfer şikesi” diye bir kavram ile suçlanıyoruz. Transfer vaadiyle, futbolcuların motivasyonunu sağladığımız isnat ediliyor. Ben bunu ancak iddianame açıklandığında öğrendim. Ortaya atılan yeni bir suç tipinden dolayı 8 ay tutuklu kaldım.
Cezaevi askerlik gibi değil İnsanda travma yaratıyor
- Ve Metris günleri başladı. Nasıl bir ortamdı? Kimlerle kaldınız?
Cezaevi askerlik gibi değil, iyi anıları yoktur. O yüzden aslında anlatılacak çok da güzel bir şey yok. İlk gittiğimizde on beş kişiydik. Birinci dalgada tutuklanan Giresunlular dışındaki tüm arkadaşlar aynı koğuştaydık. Daha sonra bizi üç koğuşa parçaladılar. Ben, İlhan Ekşioğlu, Cemil Turan, Tamer Yelkovan, Sami Dinç, Mehmet Yenice ve Bülent İbrahim İşçen, 7 kişi aynı koğuşta kaldık. 3-4 gün sonra Başkan, Metris Cezaevi’ne geldi. Başkan’ın sağlık problemleri vardı, onu revire aldılar, revirde olmasa muhtemelen o da bizimle kalacaktı.
- Nasıl vakit geçiriyordunuz?
Özellikle ilk aylarda vakit geçirmek zordu. Televizyon izleyemiyorsun, gazete okuyamıyorsun, çünkü izlediğiniz ve okuduğunuz her şey moralinizi bozuyor. Haksızlık yapıldığını düşünüyorsunuz, hatta zaman zaman basında iftira boyutunda konular konuşuluyor, cevap verebileceğiniz bir ortam yok ve sadece üzülüyorsunuz. Günümüz sabah kahvaltısıyla başlıyordu ama uzun bir uyku süresi oluyordu. Çok ziyaretçimiz geldi. Hep onlarla vakit geçirdim. Bir süre sonra Lig TV bağlandı ve maçları izlemeye başladık. Televizyon programlarını nispeten normalleşince izlemeye başladık. Travma bölümünü atlattıktan sonra fezleke belli olmuştu. Fezlekede bize isnat edilen suçlar aşağı-yukarı tarif edilmişti. Savunmaları hazırlamaya başladık, zaten iddianame açıklandıktan sonra tüm günümüz iddianamedeki suçlamalar ile ilgili çalışmalarla geçti.
- Kitap okumadınız mı?
Diğer arkadaşlar çok kitap okudu ama ben konsantre olmakta zorlandığım için ancak 3-4 tarih kitabı okudum. Felsefe kitapları okumaya yeltendim ama başlayınca vazgeçtim. Çünkü kitap karakterlerini kendime benzettim ve moralim bozuldu. (Gülüyor) Bir de Ceza Kanunları, CAS İçtihatları, UEFA-FİFA Kararları, Federasyon Kararları gibi yargılamada yararlanabileceğimiz donelere baktım.
- Peki ya spor?
Ben hiç spor da yapmadım. Diğer arkadaşlar haftada üç gün birer saat yaptılar.
“8 ay sonunda artık kendi ayakları üzerinde durabilen 17 yaşında bir oğlum var”
- Ailenizle ne sıklıkla görüşebildiniz?
Benim eşim avukat, bu sebeple rahatça görüşebiliyorduk. İlk günlerde günde iki defa, daha sonra en az bir defa olmak üzere her gün geldi. Dün akşam bir hesap yaptık, süreleri sayarsak ben 8 ay kaldıysam, eşim de 5 ay tutuklu kaldı. Gerçekten çok desteği oldu hakkı ödenemez.
- Şanslıymışsınız...
Evet, oldukça. Metris’te diğer arkadaşlarım da ne kadar şanslı olduğumu sıkça söylediler bana. Keşke bizim eşlerimiz de avukat olsaydı dediler.
- Peki ya çocuklarınız...
Haftada bir gün ailemizle görüşmemiz oluyordu. Ayda bir kere açık görüş hakkımız vardı. Oğlum Batu 17 yaşında, haftada bir gün aile görüşlerine geliyordu. Olayı daha fazla anlıyordu. Oğlum iyi bir Fenerbahçeli ve babasını da çok seviyor. Bu süreçte özellikle Ali Koç’un oğlumun üzerinde önemli desteği oldu. Aralarında özel bir bağ kuruldu. 8 ayın sonunda kendi ayakları üzerinde durabilen bir oğlum var artık. Kızım daha küçük, ilkokula yeni başladı. Başlangıçta durumumu hiç bilmiyordu. Daha sonra annesi psikolog vasıtasıyla olanları anlattı. Ama tutuklu olduğumu değil de orada bir iş için bulunmamın zorunlu olduğunu söylediler kızıma... Saba’nın sadece açık görüşlere gelmesini tercih ettim, ruh hali etkilenmesin diye kapalı görüşe gelsin istemedim.
Kapalı görüşte sevdiklerine dokunamıyor, açık görüşte doya doya koklayamıyorsun
- O görüşmeler size büyük destek olmuştur...
Tabii oluyordu. Görüş günün bir gün öncesinden heyecanlanıyordum, hazırlık yapıyordum. Ailemle bir saat görüşüyordum ama görüş bittikten sonra en az bir gün süren çöküntü yaşıyordum. Kapalı görüşlerde sevdiklerinizi görüp dokunamamak, açık görüşlerde ise doya doya koklayamamak insanı derinden etkiliyordu. O kısa görüşmeler hem iyi tarafıyla, hem de kötü tarafıyla bir ömre bedeldi. Neticede ailelerimiz bizlerin en büyük moral kaynağıydı. Diğer arkadaşlarının aileleri de bu süreçte önemli destek verdiler. İlhan Ekşioğlu’nun eşi ve kızı Tuana, Tamer Yelkovan’in eşi ve oğulları, keza Başkanımızın ailesi gerçekten takdir edilecek duruş sergilediler.
- Basında sağlık problemi yaşadığınız ve kilo kaybettiğiniz söylendi ama ben sizi sağlıklı görüyorum. Sanki eski günlere dönmüşsünüz...
Başlangıçta 25 kilo verdim. Herhalde aşırı kilo vermek içinde bulunduğum depresyonun yan etkilerinden biriydi. Ancak daha sonra depresyon ilaçları kilo aldırmaya başladım. İlaçlara 6 ay daha devam edeceğim. Şu anda normal kiloma yakınım. Ama hiç spor yapmıyorum. Eskiden çok spor yapardım. Yaza kadar her anlamda eski düzenime kavuşurum diye düşünüyorum.
“Bugüne kadar boğazımda jilet kesiği bile olmadı”
- Bu süreçte intihar ettiğinize dair söylentiler çıktı. İşin aslını sizden öğrenelim...
Ben Allah’a inanan iyi bir Müslümanım. Kesinlikle intihar gibi bir girişimim olmadı. Ama psikolojik olarak sorunlar yaşadım ve profesyonel destek aldım. Sadece ben değil, herkesin sorunları oldu. Ama intihar mümkün değil. İlk intihar olayı basında çıktığı gün eşim ziyarete geldi. Genelde akşam saatlerinde gelirdi, o gün beklenmedik bir saatte öğlen geldi. Ben de çok neşeliyim, güzel sohbet ediyoruz ama yüzüme de anlamlı anlamlı bakıyor. Sohbetin sonuna doğru “Boynuna bakabilirim miyim?” dedi. Hâlbuki üzerimde bisiklet yaka bir kazak vardı, boynum da görünüyordu. “Hayrola ne var” dedim. Bana boynumu keserek intihar ettiğime dair haberlerin çıktığını anlattı. Böylece öğrendim. Yine ikinci kez bu haberler çıktığında; kullandığım ilaçların dozunu değiştirmek üzere hastaneye gitmiştim. Eşim hastaneye geldi, giderken hakkımda yine intihar haberlerinin çıktığını söyledi.
- Bu kez tepkiniz ne oldu?
Tabii ki üzüldüm. Bu haberleri yapanların biraz empati kurması lazım. Reyting ya da ticari kazanç uğruna bir aileye ne kadar zarar verebileceğini düşünmeleri gerekiyor. Örneğin, ikinci haber çıktığında 80 yaşındaki annem taksiye atlayıp, hastanenin önüne geldi. Ömrü hayatımda ben annemi hiç bu kadar üzmedim. “Bunu hak etmiyordu” diye düşünüyorum. Basının daha titiz olması gerekir. Hâlâ o arkadaşın televizyonlara çıkıp benim için “intihar etti” demesini anlamlı buluyorum. Bir gün karşılaşırsak kendisine boğazımı göstereceğim. Bugüne kadar boğazımda tıraş olurken bile jilet kesiği olmadı.
- Futbolda rekabet tehlikeli boyutlarda...
Türkiye’de futbolda ağır bir rekabet var. Biz cezaevine nakledildikten sonra rekabetten ötürü bundan memnun olan bir kesim vardı. Ama bizim de etten kemikten olduğumuzu, ailemiz olduğunu hiç düşünmüyorlar. Bunu rekabetin bir parçası olarak gören insanların gözleri ve kalpleri kör olmuş. Bu süreci 12 Eylül öncesine benzetiyorum. Bizim çocuklar, onların çocukları... O hesaba döndü. İnsani yönüne hiç kimse bakmıyor. Bu insanlar alt sınırı 1 yıl, üst sınırı 3 yıl olan bir suçtan dolayı, 9 aydır tutuklular. Türkiye’de daha önce örneği var mı? Bırakın bunları, sportif şike dolayısıyla üçüncü dünya ülkelerinde bile tutuklu kimse yok.
“Başkanı eskiden severdim, şimdi hayranıyım”
- Biraz da Aziz Yıldırım’dan bahsetmek istiyorum. Bu süreçteki duruşunu nasıl buluyorsunuz?
Ben duygularını yüzünde yaşayan ve yansıtan bir insanım. Ağladığım da oldu güldüğüm de oldu. Ama Başkan ilk günden bu yana aynı duruşu sergiledi. Hâlâ çok dirayetli duruyor. Bana göre en büyük haksızlık Başkan’a yapılıyor. Türk sporuna büyük katkıları olmuş bir insan. Ama o çok güzel liderlik duruşu ve dersi veriyor. Ben Başkan’ı çok severim, bir kulüp başkanından öte, insan olarak da, ağabeyim olarak çok severim. Dün bir taraftar; “Eskiden Başkanı çok severdik, şimdi hayranıyız” dedi. Ben de artık sevgiden öte başkanın hayranıyım.
- Metris’te rahatça görüşebiliyor muydunuz?
Başkan ile Metris’te çok sosyal ilişkimiz olamadı. Biz koğuşta, o revirde kalıyordu. Katlar birbirinden farklı. Ancak görüşler esnasında denk gelirse görüşebiliyorduk. Kısa süreli, ayaküstü sohbetler oluyordu. Doğruyu söylemek gerekirse, en yoğun ilişkimiz duruşmalar sırasında Silivri’de oldu. Silivri sürecinde 3 gün ikimiz beraber kaldık ve ancak orada hasret giderebildik. Düşünün, biz aynı mekân içinde birbirimize bu kadar hasretsek, dışarıdaki kalan sevdiklerimize nasıl hasret duyduk, içimizde ne fırtınalar koptu.
Eşime söz verdim, savunmama 2 ay çalıştım mahkemede iyi performans gösterdim
- İlk duruşmada tahliye bekliyor muydunuz?
Bir hukukçu olarak bekliyordum. İnsani olarak düşünürsem, cezaevi psikolojisinde böyle bir beklentiye girmek doğru değil. O yüzden bir beklentim yoktu. Benim için önemli olan; eşime bir hukukçu olarak en iyi performansı göstereceğimin sözünü vermiştim. Bu söz için 2 ay çalıştım. Savunmam bittikten sonra en azından eşime karşı sözümü yerine getirdiğim için mutluydum, gerisi mahkemenin takdirine kalmıştı.
“Duruşmada taraftarın tezahüratını duymak olağanüstüydü Radyoda Metris Türküsü çalınca hüngür hüngür ağladık”
- Bu zorlu süreçte taraftar ve kulübün desteği nasıldı?
Fenerbahçe taraftarına müteşekkirim. Sonuna kadar arkamızdalar. Özellikle Bağdat Caddesi’ndeki ilk büyük taraftar yürüyüşü, seyircisiz maçta 50 bin kadın taraftarın stadı doldurması bizler için inanılmaz önemli anılar oldu. Metris’e günde 100’e yakın mektup geliyordu. Mektuplarda destekler ve dualar vardı. Hava şartları çok kötü olmasına rağmen 2-3 bin taraftar Silivri’ye geldi. Yine çok kötü hava şartlarında 10 bine yakın taraftar Çağlayan’a duruşmaya destek için geldi. Taraftarın sesini duruşma salonundan duymak hepimizin gözlerimiz yaşarttı, tüylerimiz diken diken oldu. Bu süreçte arkamızda gerçekten çok sağlam durdular.
- Peki yöneticiler...
Sürecin başında kısa bir süre panik yaşadılar ama sonra toparlandılar. Başlangıçta organize olmakta sıkıntı çektiler ama sonra olaya çok hâkim oldular. Ali Yıldırım, Ali Koç, Nihat Özdemir kulübü ayakta tuttular. Yine camiamız önde gelen isimleri Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman gibi isimler önemli katkılar sağladılar. Kulüp çalışanlarından da destek gördük.
- Nasıl bir destek verdiler size?
Önemli bir anı anlatmak istiyorum, FB TV’den arkadaşlar ziyarete geldiler ve bize özel bir isteğimiz olup olmadığını sordular. Benimde aklıma Metris Türküsü geldi. Bizim için radyodan çalmalarını istedik, onlar da söz verdiler. Yarın 19.07’de bekleyin Metris Türküsü çalacak dediler. Biz de başkan dâhil Metris’teki tüm Fenerbahçeliler’e haber verdik. Tam 19.07’de Edip Akbayram Metris Türküsü’nü söyledi. Spiker de bu şarkı Metris’te tutuklu bulunan yöneticilerimize ve arkadaşlarımız için diye anons etti. Şarkı başladı 10 saniye sonra baktım herkes ağlıyordu. Abartısız hepimiz hüngür hüngür ağladık. Bize moral olacağını düşündüğümüz özel istek, duygusal anlamda bizi doldurup taşırmıştı. Metris Türküsü bizim durumumuzu çok iyi anlatıyordu.
“Yağmurda ıslanmak, çim kokusunu içine çekmek, martıları izlemek meğer ne kadar önemliymiş”
- F.bahçe, Türk Futbolu’na şike karıştırmadı diyebiliyor musunuz?
Yargılama sürdüğü için burada yorum yapmam hukuka uygun değil. Ama taraftarımız şuna emin olsun, bizler onların yüzlerini kızartacak hiçbir eylemin içinde olmadık. Hukukçu olarak davaya bakıp yorum yapmamı isterseniz; ben şike göremiyorum.
- Metris süreci hayatınızda neyi değiştirdi?
Öncelikle Metris’te beraber kaldığım arkadaşlarımla kader ve dava arkadaşlığımız oluştu. İlhan Ekşioğlu’nun çok önemli tespiti vardı. “Çıktığımızda her şey bugünden daha güzel olacak, hayatı daha çok seveceğiz, sahip olduğumuz şeylere daha fazla değer vereceğiz, kendimize de sevgimiz ve saygımız artacak” diyordu. Ben bir aylık süreç içerisinde İlhan’ın dediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladım. Her ne kadar aklım orada olsa dahi, hava güneşliyken dışarıda dolaşmak, yağmur yağarken ıslanmak, deniz kıyısında martıları izlemek, maçta çim kokusunu duymak, maçı çıplak gözle izlemek, bunlar aslında hayatta daha evvel yaptığımız ama çok sık yaptığımız için önemini anlayamadığımız duygusal anlarmış. Yine çocukların büyümesine şahit olmak çok güzelmiş.
- F.bahçe yöneticiliğine devam edecek misiniz?
Benim kararımdan öte Başkan’ın kararı önem taşıyor. Bizler Başkan’ın ekibiyiz, ekibinin oluşmasına Başkan karar verir. Başkan’ın takdiridir. Ama ben Fenerbahçe’de yönetici olmasam da camiaya hizmet etmeye devam edeceğim. Aziz Bey ile ilişkimiz ağabey kardeş ilişkisinden de öte bir noktaya geçti, bu noktadan sonra onun söyleyeceği her şey benim için nasihattır, o ne derse odur.
“Her gün başkanı görmeye Metris’e gidiyorum”
- Tahliye olduktan sonra Metris’teki arkadaşlarınızı ve Başkanınızı avukat olarak ziyaret ediyor musunuz?
Evet, her gün gidiyorum. Elimden gelen bir şeyler varsa yapmaya, hem de moral vermeye çalışıyorum. Belki de psikolojik bir sendrom oldu, Cemil Ağabey ile konuşuyorum, o da hafta da iki gün gidiyormuş. Tahliye olurken söylediğim bedenimiz dışarıda, ruhumuz içeride sözü tamamıyla gerçekmiş.
- Önümüzdeki hafta Şike Davası’nın ikinci celsesi görülecek. Celse sonucunda neler bekliyorsunuz?
Şu an tutuklu olan arkadaşlarımızın sevenleriyle kucaklaşması bekliyorum. Bir hukukçu olarak da bunun olacağına yürekten inanıyorum.
(Beliz Özkan / Vatan)
Kaynak : //www.spor3.com/kesinlikle-intihar-gibi-bir-girisimim-olmadi-1258298h.htm#ixzz1q7TBOhua