Hepimiz isteriz çocuklarımızın okul başarısının yüksek olmasını. Okul ziyaretlerinde güzel, övgü dolu sözler işitmeyi. Peki, biz ebeveynler olarak ne ekiyoruz da ne bekliyoruz bu sevimli tarlalardan? Acaba fasulye ekip kavun beklediğimiz oluyor mu onlardan?
Artık hepimiz çocuklarımızın ders çalışması için gerekli düzenlemeleri ev ortamlarımızda yapıyoruz. Ne eksik kalıyor da doktor, mühendis, avukat olmasını istediğimiz yavrular kötü notlar getiriyor?
Ben merceği öncelikle kendimize, sonra da o çok şey beklenen öğrenciye tutmamız gerektiğini düşünüyorum. Çocuğumuzu ne kadar iyi tanırsak, kapasitesinin ne kadar farkında olursak o kadar gerçekçi hedefler koyabiliriz. Ve böylece bu hedeflerin gerçekleştiğini gören, başarıları yaşayan aileler oluruz. Beklentiler uygunsuz oldukça hayal kırıklıkları da bir o kadar artacaktır. İşte diyebiliriz ki ilk kural tanımak ve kapasiteye uygun bir başarı rotası belirlemek.
Ben merceği öncelikle kendimize, sonra da o çok şey beklenen öğrenciye tutmamız gerektiğini düşünüyorum. Çocuğumuzu ne kadar iyi tanırsak, kapasitesinin ne kadar farkında olursak o kadar gerçekçi hedefler koyabiliriz. Ve böylece bu hedeflerin gerçekleştiğini gören, başarıları yaşayan aileler oluruz. Beklentiler uygunsuz oldukça hayal kırıklıkları da bir o kadar artacaktır. İşte diyebiliriz ki ilk kural tanımak ve kapasiteye uygun bir başarı rotası belirlemek.
‘26 yaşına geldiğinde Beethoven sağır olmuştu. Ama kariyerinin sonuna doğru muazzam bir piyanist olmuştu. İşitme gibi önemli bir duyunun kariyerine engel olmasına izin vermeyip besteci olmuştu. Yeni durumunu kendi lehine çevirmişti.’ Yakın zamanda izlediğim bir filmden aldığım bu satırlar çoğu şeyi anlamamızı sağlıyor aslında. Her çocuk özel ve yeterlidir. Keşfedilmeyi bekleyen gizemlerle doludur. Biz bu yüzyılda hala başarıyı, karnede gelen pekiyi sınıflamasına giren notlarla ölçüyorsak yanılıyoruz demektir.
Öğrenci odasında, masa başında saatler geçirsin istiyoruz. Çalışırsa yapar diyoruz. Evet! istenip başarılamayacak şey yoktur aslında. Peki ya onlar ona hitap etmiyorsa, ya o hiçbir şey anlamıyorsa?
Aile keyifle televizyonun başında dizisini izlerken, çocuğun odada ona sıkıcı gelen kitaplarla saatlerini geçirmesini istiyoruz. Anne baba çocuğunun ders çalışmasını istiyorsa televizyon yerine bir kütüphane koymalı evine. Kitap okumalı aile. Okudukları üzerine tartışmalar yapmalı. Çocuklar zevk almalı, istek duymalı yeni şeyler öğrenmeye. Bu isteği aile oluşturmalı. Evladına kumandalı araba, bir bebek yerine belki bir büyüteç almalı. Düşünmeli, düşündürtmeli etrafında olanları. Hava olaylarını, kullanılan bir mobilyanın bu aşamaya geliş sürecini, elektrik süpürgesinin nasıl çalıştığını, bir ampulün nasıl yandığını… Bilmiyorsa araştırmayı öğretmeli. Balık yemeyi değil, yani balık tutmayı öğretmeli. Kopyala yapıştır ödevleri değil, düşünerek geliştirdiği ödevleri ödüllendirmeli anne baba.
Çocuğa tangram alınmalı mesela. Kırtasiyelerden kolayca bulabileceğimiz o şekiller sayesinde belki de matematikten, yarın geometriden yüksek notlar almasını sağlayabiliriz aslında.
Çocuğu sadece alışveriş merkezlerine geziye götürmemeli aile. Doğa yürüyüşlerine çıkartmalı elinde büyüteçlerle. Hayvanları araştırmaya teşvik etmeli. Nedir, ne yer, nerede yaşar diye. Evin ortasına bazı geceler bir dünya küresi koymalı aile. Hangi ülke nerede, denizler, insanlar, konuşulan diller, kıyafetler, yemekler… Araştırmaya öğrenmeye ancak böyle istek duyar minikler. Bilimle, sanatla alakalı süreli yayınlar girmeli eve. Etkinlikler yapılmalı, koşmalı, gülmeli… Kısacası hayat yaşanmalı.
Mutlu olan öğrenci başarır. Başardıkça sever. Sevdikçe daha da başarır. Bizler karnesi beşlerle dolu değil de; mutlu, yarınlardan umutlu, özgüveni tam, düşünen, araştıran, üreten çocuklar yetiştirmeyi kendimize görev kabul edelim.
…Ve böylece başarı koşa koşa gelir zaten…
fatma 10 Yıl Önce
eli̇ni̇ze sağlik çok güzel ve faydali bi̇r paylaşi̇m olmuş...