Cinsiyet: Biyolojik ve evrensel bir olgudur. İnsan, erkek ve kadın olmak üzere iki cinsiyetten biri olarak dünyaya gelir. Yeni doğan bir bebeğe ilişkin ilk aldığımız bilgi çocuğun cinsiyetine ilişkin bir bilgidir. Çünkü; cinsiyet isimden önce geldiği içindir ki bebeğin ismi de cinsiyetine göre konur.
Örneğin; Kız ise Ayşe, Erkek ise Ali gibi.. Bilim adamlarına göre cinsiyet biyolojik bir evrensel olgudur. Cinsiyet doktorların kendi aralarında tartışarak karar verdikleri, anne- babanın tercih ettiği veya devletin güç kullanarak tespit ettiği, ya da çocuğun büyüdüğü zaman kendisinin karar verdiği bir durum değildir. Kısaca cinsiyet verilmiş bir özelliktir. Buradan hareketle toplumsal cinsiyetin temeline buradan bakılacak olduğunda,, Kadın ve Erkeğin yaşamın her alanında biyolojik yapısına göre politikalar üretilerek kadın ve erkeği karşı karşıya getirmeden ve özelliklede evlilikleri şirket mantığıyla yürütmeye teşvik etmeden hakkaniyetli bir biçimde roller biçilmelidir. Bazı bakış açılarına göre bu bakış açısı kadını 2. Sınıf vatandaşlığa itmektedir. Tam tersi kadın kesinlikle okumalıdır. Ekonomik özgürlüğü kendisi istiyorsa veya şartları bunu gerek görüyorsa olmalıdır. Kadın yönetici vasıflarını taşıyorsa veya hedefinde kariyer planı varsa, kadın siyasette elbette ki olmalıdır ama olmak istiyorsa. Kendi yeterliliği ve isteği kendisini nerede görmek istiyorsa öz değerlerinin de sahibi olarak orada olmalıdır. Yani yasal yapılanmalar kadının ve erkeğin rol ve sorumluluklarını yerli yerine yaşayacak şekilde dizayn edilmişse kadının, konumunun güçleneceği diye bir şeyden söz edilemez çünkü kadın zaten kanuni ve zihinsel davranış zorluklarıyla karşılaşmayacağı için öz kabuller, istemler ve istemler doğrultusunda mücadelelerle yaşamında zaten zorlanmayacaktır. Aksi durum ise kadın-erkek rekabetine dönüşür ki buda hem rollerin karışmasına hem de sosyal gücün her şeyin üstünde olduğu bir anlayışı getirir ki buda ilk evvela aile içi sevgi, şefkat, güven ve yerine göre yapılması gereken fedakarlığın yerine, mekanik bir ilişkiyi doğurur ki bu ilişkiden de sadece maddeci bir zihniyet ve maddeci bir bakış açısı üretilir. Bu üretimin yerine yerli değerlerimizi yaşayabilmenin koşulları sağlanması halinde rol karmaşası ortadan kalkacağı gibi ,her iki cinste hem kendisine hem de karşı cinsi kabulünde zorlanmayacağı gibi saygı duyması da kolaylaşacaktır. Çünkü her iki cinste fırsatları kullanmada ki devletin belirlediği kanunlarla ürettiği politikalarla kaynakların ayrımı ve kullanımında, hizmetlere ulaşmada cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaması olmasıdır ki o zaman toplumsal cinsiyette hakkaniyet () sağlanmış olur. Aksi durum ise ‘’ ben ve bizleri’’ verilmiş özellikleri tanımayıp, kabul etmeyip kendi kavramlarımızın dışında başka kavramlarla tarif edilir ki oda günümüz kuramcılarının kadın erkek arasındaki farklılıkları vurgu yaparken biyolojik donanımdan uzak sadece toplumsal cinsiyet diye nitelenmesidir. Halbuki ‘’önce varsın sonra sosyalsin’’. Buradan hareketle cinsiyete öncelikle biyolojik ve evrensel ve sonrada toplumsal cinsiyet ekseninde bakılması hayatımızı daha kolaylaştıracağını, roller açısından kavşakları daha net belirleyeceği için sevgi duygusu yerine rekabet duygusu yerleşmeyeceği için boşanmalarında şiddetli tartışmalarında ve hatta ruhsal hastalıkların olmaması halinde kadın cinayetlerinin bile azalacağını düşünmekteyim. Çünkü bize ait olmayan kavramlarla Modernizm adı altında insanları özgürleştirmek yani ego peşinde koşmayı ve yalnızlaştırmayı hedef alarak; aile ilişkilerini parçalayıp, bölerek; evlilik ve cinselliğin ayrı ayrı yaşanabileceği söylem ve eylemiyle, günümüz dünyasında insan ilişkileri ve insanlığa karbondioksitli bir neşter vurulduğuna hep beraber şahit olmaktayız.
Bu neşter başta kadın olmak üzere aileleri; Değer Erozyonuna uğratmıştır. Yaşanılan bu değer erozyonu ise aile kurumunun altına yerleştirilmiş bir dinamit misali ilişkileri sarsmıştır. Sarsılan ilişkiler ise ne yazık ki duygudan uzaklaştırılmış, mekanik bir hale bürünmüştür. Halbuki aile ilişkilerinde, yalnızlığa karşı en duyarlı kişiliği olan kadının, paylaşma duygusunun ihmaline zemin hazırlayan değerler erozyonu ve mevcut iletişim teknolojileri ile psikolojik yaşamda; kendinden başkasını önemsemeyen, kimse için fedakarlık yapmayan bireylerin çoğaldığı bir zihin haritası meydana getirmiştir. Bu haritaya ise kendi kültürümüzün gözlüğüyle değil modernizmin gözlüğüyle baktığımız ve kendi medeniyetimizin ehliyetiyle değil modernizmin ehliyetiyle bir yaşam maratonu içerisinde alt benlik üst benliğin önüne geçtiği içindir ki (kadın-erkek ayırmadan) cinayetler her gün biraz daha çoğalmakta, boşanmalar nikahtan daha fazla olmaktadır. Eğer Toplumsal cinsiyet eşitliği bu politikaların çözümünde etkili olsaydı uzun yıllar (TCE) bu politikayı en iyi şekilde uygulayan (İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç) gibi ülkelerde kadına şiddet ve kadın cinayetleri azalmış olurdu. Halbuki yapılan araştırmalara göre bu politikaların söz konusu ülkelerde tekrar masaya yatırılıp yeniden değerlendirmeye alındığı da bilinmektedir. (sekam11) Özetle, ben kimim? Ülkemin ve sahip olduğu medeniyet ve kültür kimdir? Ülkeyi yöneten meşale olan ‘’anayasa’’ medeniyetimle ve kültürümle ne kadar barışıktır! Sorusundan yola çıkılarak politikalar üretilirse sanıyorum kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin de yaşanmayacak ve konuşulmayacak derecede minimum seviyeye ineceğinin inancındayım. Çünkü şiddet dediğimiz unsur alt benliğin bir ürünüdür ki, (ruhsal hastalık olmadığı sürece) vicdan denen adreste mukim olmayanların eylemidir. İnsanlığa ilk emir olan ‘’OKU’’ emrinden nasibini almayan ve öğrenip yaşamayan ve olgunlaşamayanların davranışıdır.. Çünkü fiziksel şiddet ve cinsel şiddet uygulamak bir kas gücü ve ham bir egonun haz ilkesi gücü iken; Sözlü şiddet, ekonomik şiddet ve Toplumsal İlişkiler şiddeti ise zihinsel şemanın medeniyetten yoksunluğudur. Medeniyetten yoksun olan birinin de vicdanı olmadığı içindir ki ; şiddeti Kadına karşı ya da bir başkasına karşı yapmasının insan haklarına tecavüzü hayvansal bir güdüyle bilmeme halidir.
Sonuç olarak, insan olmak insanca yaşamak insanın okuması, öğrenmesi ve yaşamasıyla ancak; insani, hukuki, vicdani olabilir. Aksisi ise programlanarak yani iç güdüsel yaşayan canlılar olunur. Oysaki bizler insanız ve imtihandayız..
Allah kadın- erkek hepimizi dersine iyi çalışmış imtihanını iyi veren insanlardan eylesin inşallah. Allah devletimize de ne okumamız gerektiğinin materyallerini doğru sunmayı nasip etsin ki, dünya sınıfımızı iyi bir puanla geçmek nasip olsun.. dileklerimle KADINA ŞİDDETİ BAŞTA OLMAK ÜZERE HER TÜRLÜ ŞİDDETİ NEFRETLE KINIYORUM!
Zekiye Çapan
İÇDEM
Psikoloji ve Eğitim Danışmanı